Sayfalar

28 Aralık 2010 Salı

Rusya ile İspanya arasında diplomatik kriz

İspanyol El Pais gazetesi, Rusya'nın, yaklaşık 7 hafta önce Madrid'deki 2 diplomatını sınırdışı eden İspanya'ya karşılık olarak Moskova'daki 2 İspanyol diplomatı sınırdışı ettiğini ileri sürdü.

El Pais, ne İspanyol ne de Rus hükümet yetkililerine onaylattığı haberinde, 24 Aralık tarihinde Moskova'daki 2 İspanyol diplomatın sınırdışı edildiğini yazdı.

Rus hükümeti tarafından verilen talimatla sınırdışı edildiği iddia edilen İspanyol diplomatların, Moskova'daki İspanya Büyükelçiliğinde siyasi işlerden sorumlu İgnacio Cartagena ve 1. katip Borja Cortes Breton oldukları belirtildi.

El Pais, 1977 yılında Madrid ve Moskova arasında yaşanan diplomatik krizden sonraki en büyük krizin yaşandığını öne sürerken, benzer bir olayın 22 Aralık'ta Rusya ile İngiltere arasında meydana geldiğini ve her iki tarafın birer diplomatı sınırdışı ettiğini hatırlattı.

İspanyol hükümeti, Ulusal İstihbarat Merkezi'nden (CNI) verilen bilgi doğrultusunda aralık ayı başlarında 2 Rus diplomatı casusluk yaptıkları iddiasıyla sınırdışı etmişti.


4 Aralık 2010 Cumartesi

İspanya'da grev sona erdi

İspanya'da mali krizdeki hükümetin havalimanlarını özelleştirme planı, hava ulaşımında büyük bir kaosa yol açtı.
Havaalanlarındaki kontrolörlerin hükümetin özelleştirme planını protesto için iş bırakması nedeniyle binlerce sefer iptal edildi.
Üstelik grev binlerce İspanyolun havaalanlarına akın ettiği ulusal tatile denk geldi. Onbinlerce yolcu havalimanlarında mahsur kaldı. 
Hava trafik kontrolünü ordu devraldı. Grev devam edince İspanyol kabinesi olağanüstü hal ilan etti. Hükümet işlerini başına dönmeyen kontrolörlerin hapis cezasına kadar varan sonuçlarla karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.
Bu uyarının ardından grev sona erdi.
UÇUŞLAR DURDU
İspanyol İberia Havayolları ve Ryanair, uçuşlarını durdururken, binlerce yolcu havalimanlarında perişan.
Mahsur kalan bir yolcu, “Kuyruğun nerede başlayıp nerede bittiğini bilmiyoruz çok büyük bir karmaşa var. bugün gidebileceğimizi sanmıyorum” derken başka bir yolcu da, “Saatlerdir burdayız dün geceden beri bekleyenler var ve yolcular gelmeye devam ediyor havaalanında bu kadar insan için yer yok” diyor. Grevden çok sayıda yabancı turist de etkilendi.
MİLYONLARCA EURO'LUK ZARAR
İspanya'nın gayri safi yurtiçi hasılasının yüzde 11'ini turizm oluşturuyor. Havalimanlarındaki kaosun milyonlarca Euro'luk zarara yol açacağı belirtiliyor.
İspanyol hükümeti mali krize karşı aldığı önlemler çerçevesinde havayollarının yüzde 49'nun satılmasına yönelik planı onaylamıştı.


17 Kasım 2010 Çarşamba

Planeta 2010 ödülü Eduardo Mendoza'nın

İspanyol edebiyatının en önemli ödüllerinden Planeta'nın bu yılki sahibi yazar Eduardo Mendoza oldu. 67 yaşındaki yazar, Rina de gatos romanıyla ödüle layık görüldü. Mendoza'nın ödülü alması, edebiyat çevrelerince sürpriz olarak nitelendi. Zira ödül, genelde pek ünlü olmayan isimlere veriliyor. Eduardo Mendoza ise İspanya'nın en ünlü kalemlerinden biri. 601 bin euroluk Planeta, aynı zamanda İspanyol yazının en 'değerli' ödülü.


6 Kasım 2010 Cumartesi

İspanya, İspanyol dilinde önemli değişikliklere gitti.Son dil kuralları ayrıntıları...


17 Ekim 2010 Pazar

Nuevo Ven 1 ders kitabı'nın CD ses dosyalarını indirin


11 Ekim 2010 Pazartesi

Nuevo Ven 1 Libro Del Alumno *** Kitabı Pdf formatında indirin

Nuevo Ven 1 *** Aşağıdaki bağlantıyı kullanarak ücretsiz indirebilirsiniz.İsterseniz herhangi bir matbaa ya da fotokopiciyle anlaşıp kitabı bastırabilirsiniz.


2 Ekim 2010 Cumartesi

Vicente Aranda,İspanyol Sinemasının Emektar Yönetmeni

İspanyol sinemasının emektar yönetmenkerinden Vicente Aranda, ülkemizde nedense hak ettiği ölçüde tanınmayan bir sinemacı. Örneğin, Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülüne aday gösterilen Çıplak Bakış ( La Mirada Del Otro, 1988) anavatanı dışında vizyona girdiği birkaç ülkeden biri Türkiye olmasına karşın- ülkemizde "standart"yaz sezonu soft-porno Avrupa filmleridnen biri zannediği için midir nedir kadri bilinmemiş pek dikkat çekmemişti. Öte yandan yönetmenin en yeni filmi Çıldırtan Aşk (Juana la loco, 2001) ise vizyona girmeden önce İstanbul Film Festivali'nde gösterilmişti. Aranda, Juana La Loco ile de İspanyol oscarı sayılan Goya ödüllerine "en iyi yönetmen" dalında aday gösterilmiş ancak bu yıl Goyalarda parsayı Alejandro Amenabar'ın Hollywood yapımı Diğerleri (Others, 2001) filmi toplayınca İspanyol sinemasının Hollywood'un tahakkümü altına girdiğini savunarak ödül törenini boykot etmişti. Amenabar gibi genç yetenekleri transfer etmekte atik davranan Hollywood'a bu emektar İspanyol yönetmen hiç sıcak bakmıyor ve "özel efektlerin baskın olduğu günümüz sinema ortamında Çehov tarzı tarzı birşeyler yapmak isteyen sinemacıların Amerika'dan ziyade Avrupa'dan çıktığını söylüyor. Ancak şu anda henüz Avrupa sineması diye bir olgudan söz edilemeyeceğini de ekliyor: "Avrupa Birliği, kalpsiz ve ruhsuz bir ticaret ortamından ibaret olduğu sürece böyle bir sinemanın doğmasına katkı yapamaz; Avrupa Birliği'nin bir ruhu olduğu zaman ortak bir sineması da doğacaktır."
1926 Barcelona doğumlu Aranda, gençliğinde yedi yıl Venezuela'da yaşadıktan sonra 1956'da anavatanına dönmüş ve ünlü İsopanyol yazar Juan Goytisolo'nun Franco rejimi tarafından uzun süre yasaklanan belgesel seyahat romanı Campos de Nijar için çektiği fotoğraflarla ilk kez adını duyurmuş. Aranda 1956'te başlayan sinema yönetmenliği kariyerindeki filmlerinde kendine özgü çok belirgin bir tarz oluşturmayı başararak klasik anlamda "auteur" sıfatını kazanmış durumda. Bir İspanyol sinema yazarı Aranda için, "çok az sinemacı aşk ve ölüm arasında ihtiras dolayımıyla tesis edilen ilişkiyi onun gibi son raddeye kadar tasvir edebilmiştir" diyor. Ancak bu tespiti birkaç adım öteye götürmek gerekiyor. Aranda'nın filmlerinin ortak teması, bireylerin özgürlüğe doğru kendilerini burmaları uğruna verdikleri mücadelelerin genelde trajik sonuçları üzerine yoğunlaşıyor. Ve daha da ilginci bu bireyler genellikle kadın, hatta sıkça lezbiyen veya Cinsiyet Değişimi (cambio de sexo, 1977) filminde olduğu gibi kadın olmak isteyen bir erkek.


















Aranda'nın ilk filmlerinden korku/gerilim tarzındanki Zalimler (Las Crueles, 1969) bir Lezbiyen intikam öyküsünü anlatıyor. Ardından gelen Kanlı Gelin ( La novia ensangrentada, 1972) ise sıradışı bir lezbiyen vampir filmidir. Avrupa korku sinemasının kült ürünlerinden olan bu filmde, lezbiyen vampirin gözünü diktiği taze gelinin kocası, şiddet düşkünü hoyrat bir adam olarak tasvir ediliyor ve örneğin aynı dönemin İngiliz hammer stüdyosu yapımı dişi-vampir filmleri "lanet olasıca" vampirlerin yok edilip karı-kocanın "ideal beraberliğinin yeniden tesisi şeklinde mutlu son'larla biterken, Aranda'nın filminde dişi vampir ve genç kadın, aynı tabutta sarmaş dolaş yatarak erkeğin kurşunlarına birlikte hedef oluyorlar. Cinsiyet Değişimi'ndeyse içindeki kadınsı duyguları dışarı vuran genç bir erkeğin babası tarafından bir fahişeyle yatmaya zorlanması üzerine evini terk etmesiyle başlayan serüveni konu ediliyor. 1980'lerde üç kez Goya, ( bir kez de Cannes Altın Palmiye) ödüllerine aday gösterilen Aranda sonunda 1992'de Aşıklar ( Amantes ) filmiyle "en iyi yönetmen" dalında "Goya" ödülünü kazanacaktı. 1994'te ülkemizde de gösterilen bu filmin konusu üçlü bir ilişki üzerineydi. Türkiye'de çekilen "Türk Tutkusu" (La Passion Turco, 1994) bir İstanbul sehayati sırasında Türk rehberine aşık olup evini bırakarak yedi tepeli şehrimize yerleşen bir İspanyol kadının yaşadığı hayal kırıklığı ve hüsran üzerineydi. Film Kadın adamı hadım ettikten sonra Galata köprüsü'nde tek başına dolaşmasıyla bitiyordu. Ülkemizde vcdleri bulunan Özgürlük ( Libertarias, 1996) ise İspanya İç Savaşı sırasında kadın anarşistlerin, erkek yoldaşları tarafından kendilerine cephede silah verilmeyip çamaşır, bulaşık işlerine koşulmalarına isyanlarını anlatır. Aranda, insanlığın kadın yarısının, erkek egemenliğinin belirlediği sosyo-kültürel ilişkiler yumağının demir kıskacına karşı direnişini anlatıyor ısrarla, tekrar tekrar.
 






Meksikada Osmanlı izleri ... Osmanlı Saat Kulesi

Yıl 1909 İstanbul'dan binlerce kilometre uzaktaki Aztekler'in yurdu, yakın
zamanda çalkantılı bir devrime sahne olmuş ve ülke dökülen onca kanın
ardından kısmen de olsa istikrarlı bir siyasal düzene geçmiştir Emiliano
Zapata ve Pancho Villa adlı iki halk kahramanının ünlerinin yavaş yavaş
yayıldığı bu dönemde, Sultan Reşad Meksika'ya bir selam göndermek
gerektiğini düşünür Ardından da saraya bağlı mühendis grubuna "Meksika
halkı ile Osmanlı halkının dostluğunu simgeleyecek kalıcı bir armağan
hazırlamaları" yönünde talimat verir Mühendisler de bu emir üzerine, birkaç
aylık bir çalışmanın ardından, çağdaş Osmanlı mimarisinin esintilerini
taşıyan, eski Türkçe kadranlı ve dış yüzeyi İznik çinileriyle kaplı bir kent
saati imal ederler


Mexico City kentinin en işlek caddelerinden birinde, gövdesi İznik
çinileriyle kaplı zarif bir saat kulesi yükseliyor Bu anıtın üzerinde yer
alan plaket ise Türk toplumu olarak "özgüven duygusu" açısından nereden
nereye geldiğimizin acıklı bir kanıtını oluşturuyor


"La Colona Otomana a Mexico Septembre de 1910"

(Osmanlı Devleti'nden Meksika'ya Eylül 1910)

Bolivar Caddesi'nin tam kavşak noktasında Meksika’lılara 92 yıldır zamanı
gösteren Osmanlı saatinin mekanizması tıkır tıkır işliyor Ancak, aynı şeyi
anıtı kaplayan İznik çinileri için söyleyebilmek mümkün değil Çiniler, bir
asra yakın sürede oldukça zarar görmüş Çini tamirinden anlamayan

Meksikalılar Türklerin bu çinileri onarmasını bekliyor.

Bu aralar çıkan bir habere göreyse Türk makamları harekete geçmiş ve bu kule'yi Meksika'nın 200.bağımsızlık yıldönümüne yani 2010'a yetiştirmeye çalıştırıyor


İspanya Bir Eşcinselden Özür Diledi

İspanya Antoni Ruiz'den cinsel yönelimi nedeni ile karşı karşıya kaldığı cezadan dolayı özür diledi.

İspanya devleti, Franco diktatörlüğü sırasında cinsel yönelimi nedeniyle tutuklanan 5 bin erkekten biri olan Antoni Ruiz’den resmen özür diledi.

İspanya devleti 1970′li yıllarda eşcinsel olduğu için tutuklanarak cezaevine konulan Antoni Ruiz’den özür diledi. Bugün 50 yaşında olan Ruiz, faşist diktatör General Francisco Franco’nun yasaları uyarınca cinsel yönelimi nedeniyle tutuklanmıştı.

General Franco’nun 36 yıllık yönetimi sırasında yaklaşık 5 bin erkek eşcinsel oldukları için tutuklandı. 1976 yılında henüz 17 yaşındayken tutuklanan Ruiz de bunlardan biriydi.

Valencia kentinde doğup büyüyen Ruiz bir gün ailesine eşcinsel olduğunu söyledi. Ailesi oğullarının sırrını Katolik bir rahibe açıkladı. Rahip de durumu yetkililere bildirmekte gecikmedi. Üç ay hapis cezası alan Antoni cezasını çektikten sonra üstüne bir de sürgün cezası aldı ve 1 yıl süreyle yaşadığı yerden uzak kaldı.

Bugün 50 yaşında olan ve eski eşcinsel tutukluların kurduğu bir derneğe başkanlık eden Antoni Ruiz geçen hafta İspanya Adalet Bakanı’ndan geçen hafta bir resmi özür mektubu aldı. Ayrıca kendisine tazminat olarak 4 bin Euro verildi. Ruiz hükümetin yaptığı bu “sembolik jest”ten memnun olduğunu söyledi ve ülkesinin eşcinselliğe karşı hoşgörülü olmasından da büyük onur duyduğunu belirtti.

İspanya’da eşcinsel ilişkiyi yasaklayan yasalar ülkenin 1979 yılında demokrasiye geçişiyle birlikte kaldırılmıştı. Sosyalist Jose Luis Rodriquez Zapatero hükümeti de aynı cinsiyetten insanların evlenmesine ve eşcinsel çiftlerin evlat edinmelerine izin verilmesini yasallaştırmıştı.


İspanya İç Savaşında Halkın Dilindeki Mars A Las Barricadas !






















 İspanya İç Savaşında önemli bir yer edinen A Las Barricadas'ın orjinal sözlerini ve İngilizce Tercümesini yayınlıyoruz





A las barricadas [To the Barricades]

Negras tormentas agitan los aires
nubes oscuras nos impiden ver
Aunque nos espere el dolor y la muerte
contra el enemigo nos llama el deber.

El bien más preciado
es la libertad
hay que defenderla
con fe y con valor.

Alza la bandera revolucionaria
que llevará al pueblo a la emancipación
Alza la bandera revolucionaria
que llevará al pueblo a la emancipación
En pie el pueblo obrero a la batalla
hay que derrocar a la reacción

¡A las Barricadas! ¡A las Barricadas!
por el triunfo de la Confederación.
¡A las Barricadas! ¡A las Barricadas!
por el triunfo de la Confederación.






"A Las Barricadas" (ENGLISH):

Black storms shake the sky
Dark clouds blind us
Although death and pain await us
Duty calls us against the enemy

The most precious good
is freedom
And we have to defend it
With courage and faith

Raise the revolutionary flag
Which carries the people to emancipation
Raise the revolutionary flag
Which carries the people to emancipation
Working people march onwards to the battle
We have to smash the [right-wing] Reaction.

To the Barricades! To the Barricades!
For the triumph of the Confederation
To the Barricades! To the Barricades!
For the triumph of the Confederation.
por el triunfo de la Confederación!
For the triumph of the Confederation!

¡A las barricadas, a las barricadas,
To the barricades, to the barricades!

por el triunfo de la Confederación!
For the triumph of the Confederation!


Diego Velázquez tarafından 1656 yılında yapılmış olan “Les Meninas” (Resim 1) adlı eserin Michel Foucault tarafından değerlendirmesinde önemli vurgularla karşılaşıyoruz. Gerek Foucault’nun kurgusundan, gerekse de tablonun kendi anlamından olsun bir farklılığı olduğunu anlıyoruz. Peki nedir bu tabloyu bu kadar anlamlı kılan?










Foucault, bir anda tabloyu anlatarak yazısına başlıyor. Biraz soyut bir şekilde, ama tablonun içine girerek bize kendi gördüklerini sunuyor. Bu anlatımda, benim için en düşündürücü kısmı, resmin içinde kendimin de yer aldığını düşünmem oluyor. Gözlemci olarak ben, sürekli model ile yer değiştiriyorum. Devamlı olarak resmin içine çekiliyorum. “… ressamın resmin dışında onunla karşı-karşıya olan boşluğa yönelik bakışı, gözlemci sayısı kadar modeli de kabul eder; bu çok kesin ama nötr yerde, gözlemleyen ile gözlemlenen, aralıksız bir değiştokuşla (exchange) yer alırlar.” diye belirtiyor Foucault [1]. Perspektifin kaçış noktasıyla alakalı olarak, ressamın gözleri hep gözlemciyi (beni) yakalıyor. Aynadakiler olmasa da bize bakıyor (Resim 2). Bu da, resimdeki klasik bir unsur.

Baştaki bu tutumu yazının ikinci bölümünde tepetaklak düşüyor sanki. Bir anda, tabloda yer alan karakterlerin kim olduğunu çok net bir şekilde bize açıklıyor. Bunu bilmek zihnimde bir rahatlıkla beraber bir sınır oluşturuyor. Bunu bilerek yapan Foucault, aslında bir şeyin ötekine tercüme edilemediğini göstermeye çalışıyor. Dil görme ile görme de dille anlatılabilir mi diye bakıyor. Bu durumda, resmi daha parlak yapmak için nasıl bir yöntem ile konuşalım? “Resim, belki de, çok geniş olduğundan her zaman aşırı titiz ve tekrarlı olan bu gri ve anonim dil aracılığıyla azar azar saçacak parıltılarını. İşte bu yüzden, o aynanın derinliklerinde kimlerin yansıtıldığını bilmediğimizi varsayarak o yansıyı kendi terimleriyle ele almalıyız.” diyor Foucault [2] ve buradan yazısına devam ederken bu resmin kendi terimleri ile vurguluyor anlatmak istediklerini.

17.yüzyılın ortalarında yapılmış bu resmin neyi resmettiği (temsil ettiği) önemli bir durum oluyor. Ressam burada kendi resmetmesini resmediyor. Bu andaki hikaye, resimdeki karakterlerin duruşları ve bakışları, ressamın resmetme araçlarının varlığı, ışığın gelişi ile şekilleniyor. Hepsi de “temsil” etmeye hizmet ediyor. Burada önemli olan resmin içindeki Infanta Margarita, Donya Maria Agustina Sarmiente, IV.Philip ile karısı Mariana değil. Bir kompozisyon ve mekan var, evet. Fakat bu an, resmetmeyi gösteren herhangi bir an. Bu resme dair olan kısmı ise, ressamı da o çerçeve içersinde tabloyu yaparken görmemiz. Michel Foucault bunu özellikle son paragrafta [3] belirtiyor: “Gerçekten de burada resmetme, tüm öğeleriyle kendini resmetmeye girişiyor [...] kendi temeli olan şeyin zorunlu yokoluşu [...] böylece kendini engelleyen ilişkiden nihayet kurtulan resmetme, kendini katıksız şekliyle resmetme olarak sunabilmektedir.”

Temsil etmek derken, bildiğimiz bir şey var ki temsilini gördüğümüzde aslında onun ne olduğunu anlıyoruz. Zihnimiz böyle bir çağrışım yaptırıyor bize. Resmetmek biliniyor. Bu bilindiği için, “Les Meninas”ın onun resmi olduğunu anlıyoruz. Ya da bir kişi resmediliyor. Onu bildiğimiz için temsilini anlıyoruz. Picasso’nun “Les Meninas”ına baktığımızda bunun da başka bir temsil olduğunu görüyoruz (Resim 3). Bunu kendim de basit bir şekilde deniyorum. Resim 4,5’ e baktığımızda, onun aslında “Les Meninas”ın gayet amatörce bir temsili olduğunu anlayabiliyoruz, çünkü onun gerçeğinin “Les Meninas” olduğunu biliyoruz. Bilmeseydik, o zaman bize hiçbir şey ifade etmezdi. Artık biliyorum ve bilincimin bir yerinde bu hep bilinen bir şey olacak. Bir şeyi bilmeden, herhangi bir şeyin onun temsili olduğunu anlamamız ne kadar mümkündür? Kesin olan şey temsilin hep sürüyor olduğu.

Temsil etmek modern toplumun hep birlikte yaşadığı bir şey haline geliyor. Bu resim kurulan yeni (modern) dünyanın önemli bir işareti oluyor. Resmetmek, resmin odağı oluyor. Bu açıdan önemli bir noktada yer alıyor. Sanatın temsil ettikleri de değişmeye başlıyor. Kısaca, sanatın nesnesinden kopmaya başladığını gösteren ilk örneklerden oluyor Les Meninas.

Sanatın tanımında ve içeriğinde bu değişim yaşanıyor. Artık sanat, İncil’in insanlara anlatılmasının ya da birinin portresi/heykeli olmasının ötesine geçiyor. Ruhun bedenden yükselmesi gibi bir konuma geliyor. Hem o anın oluşumunun içinde olarak, hem de belli bir mesafeden bakarak oluşmaya başlıyor. Bakarken gördüğümüzün arka planında olan biten meydana çıkıyor. Bedenin içinde yer alan duygu, düşünce boyutu ve bunun yansımasının yollarına bakılmaya başlanıyor. Sanat, tüm bu hareketlilik doğrultusunda da sürekli bir gelişimin içinde kendisini tekrar tekrar yenileyerek oluşturuyor.


Prof.Dr. İhsan Bilgin yürütücülüğündeki Theory and Criticism dersi okumaları kapsamında yapılan yorum.

Notlar:

[1] Tan (Aylık düşün/yazın seçkisi). Michel Foucault Özel Sayısı. Sayı 3-4.Temmuz-Ağustos 1982, 58.

[2] Tan (Aylık düşün/yazın seçkisi). Michel Foucault Özel Sayısı. Sayı 3-4.Temmuz-Ağustos 1982, 63.

[3] Tan (Aylık düşün/yazın seçkisi). Michel Foucault Özel Sayısı. Sayı 3-4.Temmuz-Ağustos 1982, 69.



Marcha Real İspanya Marşı

Marcha Real (Anlamı: Kraliyet Marşı) İspanya'nın ulusal marşıdır. Sözleri kısa olan nadir ulusal marşlardan biridir. İspanyol ulusal marşı Avrupa'nın en eski ulusal marşlarından biridir, kaynağı bilinmemektedir. Adı ilk olarak 1761 yılında Manuel de Esinosa'nın "Libro de Ordenanza de los toques militares de la Infantería Española" isimli kitabında Marcha Granadera (Bombacı Marşı) başlığıyla ama anonim bir eser olarak geçmiştir. Marcha Granadera 1770 yılında Kral III. Şarl tarafından resmi "onur marşı" olarak kabul edildi. Kısa bir süre içinde Kral'ın herhangi bir baskısı olmaksızın Kral, kraliçe ya da veliaht resmi törenlere katıldıklarında sürekli çalan marş halk tarafından "La Marcha Real" olarak isimlendirildi ve ulusal bir marş haline geldi.


Marcha Real'in Sözleri Marcha Real'in resmi sözleri yoktur. Ama marş genellikle gayriresmi olarak sözlerle çalınmaktadır.


En eski sözler 1843 yılında Ventura de la Vega'nın yazmış olduğu sözlerdir. XIII. Alfons(1886 - 1941) hükümdarlığı sırasında Marcha Real'in sözleri Eduardo Marquinatarafından yazıldı. Franco hakimiyetinden sonra bu sözleri resmi olarak İspanyol ulusal marşının sözleri olarak kabul ettirme çabaları da oldu. I. Juan Carlosise Marcha Real'in sözleri olmaması gerektiği yönünde karar vermiştir.   


Marşı İndirmek İçin Alttaki Bağlantıyı Kullanın


http://www.mediafire.com/?nh5lcmmjmy1


Türkiyeden Vizesiz Gidebileceğiniz Latin Amerika Ülkeleri








Olurda bir gün deniz aşırı Güney Amerika ülkelerine gitmek isterseniz bu listeden vizesiz olarak girebileceğiniz ülkeleri bir didikleyebilirsiniz :)





Antigua-Barbuda,
Arjantin,
Barbados,
Belize,
Bolivya,
Brezilya,
Ekvador,
El Salvador,
Filipinler,
Guetemala,
Haiti,
Honduras,
Jamaika,
Kolombiya,
Kosta Rika,
Nikaragua,
Paraguay,
St. Vincent-Grenadines,
Şili,
Uruguay,
Trinidad-Tobago,
Venezuela.


Meksika'nın Amerika'ya yenildiği yer Alamo Kalesi

Amerika Birleşik Devletleri'nde, Teksas devrimi sırasında kanlı çarpışmalar yapılan kale. Teksas'ta San Antonio'da, 1718'de İspanyol din adamları tarafından kurulan San Alamo misyonu, 1792'den sonra, bir kaleye dönüştürüldü.

Teksas devrimi sırasında Meksikalı Antonio López de Santa Anna Teksas'ı istila ettiğinde, 200 kadar Teksaslı kalenin iç avlusununun yıkık dökük duvarlarından içeri sığınıp, kaleyi kuşatan ve sürekli top ateşi altında tutan 5.000 - 6.000 kişilik Meksika ordusuna 12 gün direnmeyi başardılar. On üçüncü gün (6 Mart 1836) Meksikalılar kaleye girdiler ve Mrs. Dickinson adında bir kadın, çocuğu ve iki hizmetçi dışında bütün Teksaslılar öldürüldüler.

Hakkında Çevrilen Filmler


The Alamo (1936 film)
The Man from the Alamo, 1953
The Last Command, 1955
The Alamo (1960 film)
The Alamo: Thirteen Days to Glory, 1987
The Alamo (2004 film)


Dünyanın En Büyük Şelalesi:Venezueladaki Angel Şelalesi

Kerepakupai Meru Şelalesi (İspanyolca: El salto Ángel), Venezuela'da bulunan dünyanın en yüksek çağlayanıdır. National Geographic ekibi tarafından 1949 yılında yapılan resmî ölçüme göre 979 m yüksekliğindedir.

Şelaleyi, 20. yüzyılın başlarında, kâşif Ernesto Sánchez La Cruz keşfetmiştir. Batı dünyası ise ancak 1935'te Amerikalı pilot Jimmie Angel sayesinde bu şelalenin varlığını öğrenmiştir. Angel, değerli taşlar aramak amacıyla 1933 yılında çıktığı yolculukta şelaleyle karşılaşır.[2] Şelalenin güzelliğini karısı ve iki arkadaşıyla da paylaşmak isteyen Angel'ın tekrar gelişinde kullandığı uçak, yerlilerin Şeytan Kanyonu dediği Auyan tepesine düşer. Angel, karısı ve iki arkadaşı, 11 gün süren çetin bir mücadelenin ardından küçük bir kasabaya iner. Onların bindiği uçak ise tam 33 yıl sonra tepeden helikopter yardımıyla kaldırılarak Maracay'daki Aviation Müzesi'nde sergilenir. Şeytana meydan okuyan uçuşuyla Angel, Venezuela'nın efsanesi haline gelir.

Şelalenin suları, en uç noktadan tabana doğru düşerken 807 metre boyunca hiçbir engele çarpmadan ilerler. Doğa bilimciler bu olayı "serbest düşüş" olarak tanımlar. 807'inci metreden sonra kaya çıkıntısına çarpan suların yolculuğu bir süre daha devam eder ve 979'uncu metrede sona erer. Sisli bir görüntüye sahip olan şelalenin suları, kuzeye doğru yol alarak Churun Nehri'ne karışır.
 


İspanya İç Savaşına İlişkin Carlos Iglesias'tan Yeni Bir Film

İspanya sinemasının Franco dönemiyle hesaplaşması devam ediyor. Yıllar boyunca herkesin unutmak istediği ve ispanyol sinemasında bir tabu muamelesi görerek üstü örtülen dönem, artık çok muhalif tavırlarıyla tanınmayan isimlerin bile ilgi odağı haline geldi.

Oyuncu-Yönetmen Carlos Iglesias, konuyu çok farklı bir şekil ve bölgede ele almaya karar vermiş. 1930′lu yıllarda faşizm ve iç savaş nedeniyle yerlebir olan İspanya’da yetim çocukların bir bölümü daha iyi yaşam şartları ve eğitim için Sovyetler Birliği’ne götürüldü. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı ve Franco dönemi araya girdiği için asla ülkelerine geri dönemeyen bu çocukların hayatlarını ekimden bu yana filme alan Iglesias filmin ismini ise “Ispansi” (rusça ispanyol demek) koymuş. Olayları ve çocukların yaşamını onlara eşlik eden katolik bir hemşire ve sosyalist bir öğretmenin gözünden anlatacak olan Iglesias, kuşkusuz 2010′un en ilgi çekici filmlerinden birine imza atacak. Iglesias sosyalist öğretmeni kendi oynuyor.


İspanyol şarap kokteyli Sangria'nın yapılışı

Sangria, meyveli bir şarap kokteylidir. Tipik olarak içinde kırmızı şarap, meyve parçaları, şeker veya bal gibi bir tatlandırıcı ve rom ya da votka gibi kuvvetli bir içki bulunur.


Yapılışı 

Tipik bir sangria tarifi aşağıdaki gibidir:

1 şişe kırmızı şarap 2 kaşık bal ya da şeker (tercihen az miktarda suda çözülmüş olarak) Dilimlenmiş yarım portakal Dilimlenmiş yarım elma Dilimlenmiş bir limon Yarım çay bardağı rom veya votka Bir su bardağı gazoz Buz

Şarap büyük bir kaseye boşaltılır. Bal veya şeker eklenir ve karıştırılır. Dilimlenmiş meyveler ve rom veya votka eklenir ve karıştırılır. Soğuyana kadar buzdolabına konulur. Servis edilmeden önce gazoz ve buz eklenir. Sangrianın tadının güzel olması içerdiği şarabın tadına ve meyvelerin sangriaya tadını iyice vermesine bağlıdır. Bunun için meyvelerin küçük parçalar halinde dilimlenmesi ve servis edilmeden önce sangriayı dolapta bir süre bekletmek önemlidir.

Sangria, İspanya ve Portekiz kökenli bir içki olarak bilinmekte ve bu ülkeler ile Latin Amerika'da yaygın olarak tüketilmektedir. Daha az kabul gören bir düşünceye göre ise ilk olarak Britanya kolonisi olduğu dönemlerde Antil adalarında içilmeye başlanmıştır.


Ünlü İspanyol şair Federico Garcia Lorca'nın bir şiiri

Roma'ya Doğru Haykırış


(Chrysler Building'in üst katından)


Binalar binalar usulca yaralanmış
Güneşten kılıçlarla inceden
Mercan bir elle çekiştirilip örselenmiş bulutlar,
Alevden bir çekirdeğin ağırlığını tadan bir elle,
Camgözleri andıran arsenik balıkları
Camgöz balıkları, gözyaşı damlacıkları gibi, bir artışı
kökleştirmek için,
Ve yaralayan güller,
Kan borularına oturmuş iğneler
Düşman dünyalar ve şiirle örtük aşklar
Hepsi de üstüne yıkılacak senin hepsi de, büyük
kubbenin üstüne
Görüyorum -bir adam göz kamaştırıcı bir güvercinin
üstüne işiyor-
Binlerce çanla çevrili kubbe.


Çünkü hiç kimse kalmadı ekmeği, şarabı bölüşecek
Hiç kimse ölümün ağzında ot yetiştirecek
Hiç kimse dinlenmenin dokusunu liflerine ayıracak
Hiç kimse fillerin yaralarına gözyaşı dökecek
Sadece bir milyon demirci vardı sadece
Geleceğin çocukları için zincirler döğen
Bir milyon marangoz
Haçsız tabutlar çakan
Ve sadece bir yas kalabalığı
Baloya az kala düğmelerini çözen,
Diyorum, güvercini aşağılayan o adam konuşmalıdır
Sütunların arasında çırılçıplak haykırmalıdır
Cüzamına eğilmek için bir böcek olmalı
Ve öyle korkunç ağlamalıdır ki
Gözyaşlarının
Yüzükleri ve elmas telefonları sıyrılıp gitmelidir.


Ama işte o beyazlara bürünmüş adam
Bilmiyor başakta saklanan gizi
Bilmiyor iki canlı bir kadının iniltisini
Bilmiyor ki İsa bugün de su verebilir
Bilmiyor ki şu gümüş parçası hesapsız öpüşleri
yakmakta
Sülünün aptal gagasına koymaktadır kuzunun kanını


Öğretmenler çocuklara
Dağdan kopan olağanüstü bir ışık gösteriyor
Ama çıka çıka bundan bir lağım çıkıyor sonunda
Ortasında koleranın karanlık perileri bağrışıyor
Öğretmen sofuca tütsülü iri kubbeleri gösteriyor


Ama heykellerin altında aşk yok


Aşk yok kesin billurdan gözlerin altında
Aşk açlığın hırpaladığı vücutlarda duruyor
Sel baskınına karşı koyan ufak barınakta;
Aşk açlık yılanlarının birbirini yediği hendeklerde
duruyor
Martı ölülerini sallayan hüzünlü denizde
Ve yastığın altına gömülmüş kapkaranlık öpüşte
duruyor.
Ama saydam elli ihtiyar
Aşk, diyecek, aşk, aşk,
Milyonlarca can çekişmesi içinde:
Aşk, diyecek, aşk, aşk,
Sevecenliğin titrek kumaşı içinde;
Barış, diyecek, barış, barış,
Bıçak ürpertileri ve dinamit yığınları arasında
Aşk, diyecek, aşk, aşk,
Dudakları bir gümüşe dönüşene kadar
Bunları diyecek.


Yine de yine de ah yine de
Tükrük hokkalarını kaldırmakla görevli zenciler,
Başöğretmenin soluk dehşeti altında tir tir çocuklar,
Maden kuyularında gazla zehirlenmiş kadınlar
Yaşamalarını çekice, kemana, buluta bağlamış
kalabalıklar
Kafalarını duvara vurur gibi bağıracaklar
Bağıracaklar kubbelerden başları dönmüş
Bağıracaklar ateşten başları dönmüş
Kardan başları dönmüş
Başları pisliğe bulanmış
Bağıracaklar toplanmış bütün geceler gibi
Kentler küçük kızlar gibi titreyene kadar
Öyle korkunç bir sesle bağıracaklar.


Ve müziğin, yağın mapusanelerini yerle bir ediyor,
Her sabah ekmeğimizi yeniden istediğimiz için
Alıç çiçeğimizi ve tanelenmiş sürekli sevecenliğimizi
Meyvelerini herkese sunan dünyanın
Gerçekleşsin diye isteği.


Federico Garcia Lorca


(Türkçesi: Cemal Süreya)